ASLIER İLE SÖYLEŞİ
- Yaşam öykünüzün başlangıcı ve sonrası?
Doğum yerim Bulgaristan, Kırcaali, Çataklar Köyü’nün Deliapti oğulları Mezrası. Çataklar Türk İlkokulu diplomama göre doğum yılım 1927. Göç sırasındaki eski-yeni tarih çevirilerinde, yanlış olarak nüfus kimlik kağıdıma 1925 olarak yazılmış, ayı, günü belli değil.
İlk öğrenimimi doğduğum köyde, ortaokul öğrenimimi Bursa’da tamamladım. Belıkesir Necatibey İlköğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Gazi eğitim Fakültesi Resim Bölümü’ne girdim.
Resim sanatına bilinçli olarak Balıkesir Öğretmen Okulu’ n da iken yöneldim. Güzel Sanatlar Akademisi Öğretim Üyeliğinden emekli, Prof. Kenan ÖZBEL Bursa Süleyman Çelebi Ortaokulu’ n da resim öğretmenimdi.
Resim yapmanın beğenilen bir uğraşı olduğu inancını o aşıladı.
Ancak fen derslerinde çok başarılı ve sınıflarını en iyi derece ile geçen bir öğrenci idim.
Eğer Balıkesir’de, merhum Sırrı ÖZBAY gibi bir ressam öğretmene rastlamasaydım, herhalde ya fizikçi ya da matematikçi olurdum.
Yüksek öğrenim için Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim Bölümü’ne girerken ne yapmak istediğime karar vermiş durumdaydım. Hemen ilk sınıfta, resmin en arınmış öğeleri saydığım grafik öğelerle çalışmaya başladım.
Öğretmenlerimden Şinasi BARUTÇU, Ressam Malik AKSEL ve Ressam Refik EKİPMAN, tuttuğum yolda çalışmama yardımcı oldular. Bölümüm atmosferi sanat çalışmaları için çok uygundu. Bütün öğretim üyeleri sanata kendini adayacakları el üstünde tutmaya hazırdılar.
Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra, devletin açtığı bir sınav başararak Almanya’ya grafik sanatlar öğrenimine gönderildim. Münih, Stuttgart Grafik Akademileri ve Grafik Yüksek Okullarında öğrenimime devam ettim ve diploma aldım.
Orta Avrupa’ da ki başlıca sanat müzelerini gezdim. Stuttgart’ ta özel atölyelerde çalıştım.
Almanya ve Avusturya’da özel sergiler açtım. Beş yıl süren böyle bir yurt dışı çalışma döneminden sonra Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na öğretim üyesi olarak atandım.
- Sanat ve kendi sanatınız ile ilgili düşünceleriniz?
Sanat fenomeni bir gerçektir. İnsanların sanatın öğelerinin ve kendi yaratıcı ve yapıcı güçlerinin olanaklarını özgün ve nesnel bir yapıt olarak ortaya çıkarmaları olgusudur.
Sanatçı sürekli olarak, kendi yenisini yaratmayı sağlayacak deneme ve araştırmalar yapmak zorundadır.
Eser hedef olarak önceden belirlenemez. Deneme ve araştırmaların izleri özgün eserleri oluşturur.
Her insan ayrı bedensel ve düşünsel yeteneklere sahip olduğuna göre, her birinini farklı gelişme aşamaları göstermeleri gerekir.
Sanat ürünü de bir dizi denemeler ve araştırmalar sonunda belirlenebilen yeni anlatım biçimi olarak ortaya çıkmaktadır.
İşte bu iki gerçeğe dayalı sanat çalışmaları çok boyutlu olamak zorundadır. Bu boyutları şöyle özetleyebiliriz:
1- İnsan bireyinin her tür yetenek ve gereksinimlerinin değerlendirilmesi
Sanat çalışmasının başlangıç boyutu budur bence. Sanatçı önce bu boyutu yaşar.
Onun var olan yapıcı, yaratıcı öğrenici ve yorumlayıcı yetenekleri önce uyanır ve gelişir.
Sonra kişinin bunları değerlendirmesi ve kendisini tanıması yönünde bilinçlenmesi başlar.
Bireyin yeteneklerini uyarıcı ve geliştirici en etkin çalışma yöntemi de, bireyin isteyerek araştırıcı deneyici eylemlerde bulunmasını sağlayan yöntemdir. Bu yöntemde sanat ürünü veya işlevsel obje olarak model veya hedef göstermek yoktur.
Model veya hedef bulmak da bireyin özgün deneme ve araştırmalarına bırakılır.
2 – Sanatın kendi öğelerinin ve olanaklarının denenmesi ve yeni anlatım olanaklarının araştırılması ikinci boyut olarak yaşanır.
Sanatın gelişmesi, sanatın biçimlendirme öğelerinin , biçimlendirme olanaklarının belirlenmesi ve çoğaltılmasıyla sağlanmaktadır. Her sanatçı bu olanakları kişisel yeteneklerinin gücü de bulduğu yeni anlatımlar ve yorumlarla değerlendirmektedir.
Sonuç olarak hem yeni yapılar ortaya çıkmakta hem de daha yenilerinin yapılması yönünde öğesel olanakların sınırları genişletilmektedir.
Sanat çalışmasının bu ikinci boyutunu önceden çizilmiş bir doğruya oturtamayız.
Kişisel yetenekleri içeren ilk boyutla bu boyut kişinin yaratan etkinliği içinde birleşirler ve kişisel anlatımlar düzlemini oluştururlar.
3 – Sanatın birikmiş değerlerinin araştırılması ve yorumlanmasını bir üçüncü boyut olarak görüyorum.
Sanat ürünleri kişisel yeteneklerin yaratıcı gücünün oluşturduğu yeni anlatımlarla beraber, sanatı oluşturan öğelere kazandırılan yeni anlatım olanaklarını da yansıtırlar. Bu yeni katkıyı belirleyebilmek yeni çıkış noktaları ve yeni olanaklar sağlar.
Bu açıdan bakılınca, varolan sanat yapıtları yinelemeye götüren model olmaktan çıkıp yenilik denemesi için uyaran etkenler ve kaynaklar olurlar.
Bu boyut sanat çalışmasına mekan, başka bir deyimle hacim kazandırır. Bireysel yetenek ve sanat öğeleri olanaklarının birleştiği kişisel anlatım düzlemi, toplumun sanat değerleri dünyasına doğru yükselen boyutlar kazanır. Başka bir deyişle sanatın insanların ortak değerleri dünyası ile özdeşleşmesini sağlar.
4 – Toplumsal gelişmenin özümsenmesi
Toplumun sağladığı teknolojik gelişmeye koşul olarak ekonomik gelişme de sağlanmaktadır. Ekonomik gelişme toplum yaşamını temelnden etkilemekte, toplum dokularında dalgalanmalara, değişikliklere neden olmaktadır.
Tüm bu değişiklikler yaratıcı bireyin güçlerini uyardığı gibi, sanatın öğesel olanaklarını da çoğaltmaktadır.
Sanatçı tüm bu olguları bir zaman mekan bütünlüğü içinde yaşayıp algılayabilmektedir.Sanat çalışmasında dördüncü boyut budur bence. Bireyin toplumla beraber yaşaması toplumsal olguları kavraması sanatına yansıyabilir.
On beş yıl önce ‘Görsel Sanat Anlayışımız Nedir?’ şeklindeki bir soruya şöyle cevap vermiştim:
Önce resimlerimde kullandığım resim öğeleri ile görsel bir bütünlük yaratmak istiyorum.
Bu bütünlüğün yeni, bana özgü olması gerek.
Ayrıca ölümsüz olduğu veya olacağını sezdiğim görsel değerlerle beraber aynı kalitedeki düşünsel değerleri de resmimde anlatmak istiyorum. Kişinin, insanların belirleyebildiği her çeşit evrensel değerlerle az veya çok bir ilişkisi vardır.
Akıl, duygu ve sezgi güçlerini eleştirdiği oranda bu değerlere yaklaşır. Yeni değerleri sezer ve aydınlığa çıkarabilir. İşte bu aydınlığa çıkarma olayında sanatın dili yardımcımızdır. Benim dilim resimdir. Ben de onun olanaklarını zorluyor, bulabildiğim görsel anlatım değerlerini, en arınmış bir biçimde ortaya koymaya çalışıyorum.
Anlatım değerleri dediğim şey, kişiye en yakın ve bu nedenle en yeniyi ortaya koyacak olan değerdir. Birçok görsel olanaklar ve değerler bilindiği halde onlarla yeni bir anlatım yapamıyorsanız, görsel değerlere kişisel birşey katamazsınız. Anlatımın kalitesi onun evrensel olma ölçüsüdür.
Yukarıda belirlemeye çalıştığım düşüncelerime uygun olarak çalışıyorum.
Daha önce yaşamış büyük sanatçıların eserleriyle kanıtladıkları elemanter plastik değerleri kabul ediyorum. Eserdeki öz ile sanatçının kişiliği ve çevresi arasındaki şekillendirici ilişkileri görebiliyorum.
Bu nedenle eserlerimde, plastik kalite kadar kişiliğimi ve benim
kişiliğimi oluşturan iç dünyamla yüzde yüz bağlı bir öz ve biçim bütünlüğünün oluşmasına önem veriyorum.
Batı sanatçıları elemanter imkanları sonuna kadar zorlamışlardır.
Doğuda gelişmiş düşünce sistemlerini öze dönük tutumu çoktan beri ihmal edilmiştir.
Öze dönük düşünme ve özün etrafında oluşan değerleri dünya kültürüne katacak çabaların dünyada bir kültür rönesansı yaratacağına inanıyorum.
Anadolu kültür değerlerini tanıyıp özüne yaklaştıkça bu inancım kuvvetleniyor. istiyorum ki, yaptığım eserler dış görünüşleri ile bugünkü evrensel plastik değerlere taze bir görünüş katkısında kalmayıp, öze dönük yeni bir anlatımın belgeleri olsunlar.
Ülkemizde sanatın nesnesel öğelerine dayalı soyut sanatla, öznel değerlere dayalı anlatımcı sanatın aşırı savunucuları çok zaman bence haksız olarak birbirlerini suçlarlar.
Sonuçta her sanatçı kendi yenisini, şu veya bu yoldan giderek bulabiliyorsa, tartışmalar yapıldığı yerde kalmış demektir. Bazen benim çalışmalarımda önceki kültür dönemlerinden yansımalar görenler, halk sanatı ile ilgim konularında sorular yöneltirler.
Yanıtım şöyle oluyor:
Sanatçı kişi, başka bir deyimle profesyonel sanatçı, kendine özgü anlatım dilini ve estetiğini kendi yaşam süreci içinde yaratıp geliştirmek zorundadır.
Halk sanatında aynı olay, toplumun yaşamı kadar uzun bir süre içinde gerçekleşmektedir.
Giderek bu oluşma insan toplumunun ortaya çıkışından bu yana sürmektedir denilebilir.
Halk sanatı ürünlerinin üretim malzemesi, üretim tekniği ve ürünün işlevinden kaynaklanan biçim özellikleri de dili ve estetiği belirleyen bir etkendir. Malzeme, teknik ve işlev değişmedikçe ürün genel biçimini değiştirmez.
Ancak bu koşullar içinde biçim ve renk düzeni, dolayısıyla dili ve estetiği yaratıcı katkılarla gelişir ve özgünleşir. Bölgelere, ülkelere ve kıtalara olan farklılıklar doğar.
Profesyonel sanatçı ise, yaşamı içine sığacak bir çalışma süreci içinde tüm değerleriyle yeni ve özgün eserini yaratmak ve sanat gelişmesine katkıda bulunmak savındadır.
Araştırma, deneme ve üretme çabaları bu amaca yöneliktir.Bu istek ve çaba insancıldır ve topluma ters düşmez. Halk sanatı ürünlerine de, yaratılan yeniliği katanlar yetenekli bireylerdir.
Başka bir deyimle profesyonel sanatçı savında olmayan yetenekli ustalardır. Bu ustalar yaptıkları işin iyi ve has ola yanları ile, yozlaşan yanlarını fark edecek yetenektedirler.
Derinliği uzun zaman içinde oluşan bu kaynağın profesyonel sanatçıyı etkilememesi olanaksızdır.
Sanatçının yaşadığı zaman dilimi eski ve yeni pek çok değerlerle doludur.
Bunların yenilerinden veya eskilerinden etkilenmek arasında bir fark yoktur. Asıl olan zamana dayanıklı kendi yenisini yaratmaktır, henüz var olmayan kendi yenisine biçim vermektir.
Yeniliği yaratmak için deneme araştırma yoluna girmek demek var olan değerleri yok saymak demek değildir. Bilinen eski değerleri en iyi bilen ve anlayanlar da yeniliği arayanlardır.
Çünkü onlar yeni değerler yaratabilmek için, doğanın ve insanların yaratttığı var olan ger değerden yararlanmak zorundadırlar.
Sanat çalışmalarımın yönelme dönemleri:
İlk resmim 1946 yılında Ankara Halk evleri Genel Merkezi’ n de sergilendi ve ödüllendirildi. O günden bu yana gördüğüm sanat eğitimine ve b bulunduğum ortamlara uygun olarak deneme ve araştırmalarımda ki yönelmeler şöyle sıralanabilir:
1) Yirmi yedi yaş, resim çizmek, yeteneklerimi deneme ve tanıma dönemi: Bu dönemde gözlediklerimi kolay ve doğru olarak çizebildiğimi fark ettim.
Modelden resim dersleri dışında Ankara Saman Pazarı’ n da, kahvehanelerde, tren bekleme salonlarında ve köylerde yüzlerce desen çizdiğm yıllar. Bu çizgilere dayanarak, hayalden çeşitli kompozisyonlar yapıyordum.
Rembrandt, Daumier ve Goya’ nın resimlerinden çok etkileniyordum.
Onlardan farklı, kişisel bir anlatıma ulaşmam gerektiğini bilmeme karşın yolunu, yöntemini bulamıyordum. Eserlerimde konu öğelerinden daha çok öne çıkıyordu.
2) Yirmi sekiz otuzbeş yaş, batı sanatını yakından tanıma dönemi. (1953-1969)
1953 1958 süresi içinde beş yıl Münih ve Stuttgart ’ta grafik öğrenimi gördüm.
Bu dönemde, batı sanatının şekillendirme öğelerine nesnel yaklaşımlarını tanıdım. Resimsel öğelerin salt öğesel güçlerine dayalı çalışmaları gördüm.
Bu tanıma konuya yönelik anlatım dilimi etkiledi.
Artık salt biçimlere ve salt renklere ve bunların şekillendirici öğesel düzenlerine ek bir değer olarak eserlerimde yer vermeye başladım. Görsel öğelerin nesnel şekillendirme gücünü denerken figürsüz, objesiz çalışmalar bile yaptım.
Bir yandan da o güne kadar ulaştığımı sandığım bazı kişisel özgürlüğümü yitirmekten korkuyordum.
3) 1960 sonrası ilk on yılda insan figürlerini, salt görsel öğelerin gücünden de yararlanarak doğu ve batının birikimlerinin gösterdiği doğrultuda yeniden biçimlendirmeye yöneldim.
Resim çizmeğe başladığımdan bu yana çevremdeki insanları gözlemlemiştim. Onların hareketlerini, duruşlarını, dış görünüş özelliklerini kolayca resmedebiliyordum. Onları daha resimsel bir dille anlatabilmek için diş görünüşün belirleyicisi olan giysilerden arındırdım onları. İnsan figürlerini çıplak ve yalın simgeler gibi çizmeyi denedim. Böylece salt biçimle figür biçimlerini bütünleştirme araştırmaları yaptım.
4) 1970 - 1980 arası on yıllık dönemde kurgularda halk sanatı düzenlemelerindeki mantıktan yararlanmayı denedim. Halı ve kilimlerdeki kesin ve yalın düzenlemeyi simgeci figürsel anlatımıma uygun buluyordum.
Ayrınca Bizans ikonlarında, minyatürlerde görülen, konuya dolaysız yaklaşmayı sağlayan düzenlemeyi ( ben buna kapı önü veya pencere duruşu diyorum.) kendi dilime, önceki yıllardan beri, yakın buluyordum.
Böylece salt biçimlere yakın boyutlanmış figürlerle, insan davranış biçimlerini yansıtan simgeci anlatımı bozmadan, gene geometrik sayılabilecek bir resim mekanı oluşturuyordum.
Bu arada 1972 yılında gördüğüm, büyük Meksika sergisindeki, Hitit güneş kurslarını anımsatan halk sanatı eserlerinden de etkilendiğimi söylemeliyim.
Üst üste, yan yana yazı gibi düzenlenmiş figür kompozisyonlarını bu sergiyi llk gördüğüm 1958 yılından bu yana arada bir denemiştim.
5) 1980 yılından sonraki dönemde deneme ve araştırmalarımın sağladığı ustalığı değerlendirmeğe çalışıyorum. Bildiğiniz gibi denemelerimde daha çok özgün baskı resim tekniklerinden yararlandım. Resme başladığım ilk yıllarda olduğu gibi, giderek daha çok boyama ve çizgi teknikleri ile çalışıyorum.
Simgeci ve biçimci anlatımımın ve yalın düzenlemelerimin eserlerime bir anıtsal görüntü sağladığını bana çok söylediler. Bunu ben de bildiğim için küçük boy özgün baskı resim denemeleri yaparken bile çok kez bu eserlerimi duvar resmi olarak tasarladım.
-Sanatta yöresellik evrensellik ilişkileri
Çok yakın zamana kadar resim sanatımız batıdan gelen akımlara dayanırdı.Cumhuriyet ile beraber kapımızı sanat ve bilim dünyasına bilinçli olarak açtık.
Sanatçılarımız eski ve yeni çağların kültür değerleri ile birdenbire karşılaştılar. Bu değerler sarstı, büyüledi onları. Çekime kapılarak bir oraya bir buraya sürüklendiler.
Şimdi altmış yıllık sonuçlar önümüzde olduğu için yargılayacak durumdayız.
Anlıyoruz ki varolan değerleri yinelemek, sanatçıyı kendi özünden uzaklaştırmaktadır. Artık kendimizin olanı, yeni ve değerli olanı bulmak için neler yapmak gerektiğini araştıracak duruma geldik.
Bazı sanatçılarımız çağdaş akımlara ayak uydurmaya çalışmaktadırlar.
Ayak uydurabiliyorlar da diyebiliriz.
Yayın ve uluslararasındaki diğer ilişkiler nedeniyle ünlü sanatçılarla fırtınalı akımların etkileri çabuk yayılmaktadır.
Ancak uluslararası çağdaş akımlara ayak uydurmak bir değer göstergesi sayılmaz.
Asıl olan kendi özgün eserini yaratabilmektir. Dünyada büyük sanatçılar bazı akımlara neden olurlar. Bunlar bir akıma uymayı değil sanat dünyası değerleri dünyasına yeni ve eşsiz değerler katmayı amaç bilirler.
Yukarıdaki yargılar gereğince halk sanatları da en yakın kaynaklardan biridir.
Kaynak derken sanatçıyı kaynaktan su taşıyan saka olarak düşünmüyorum. Sanatçı yeni kaynaklar yaratmak için, eski kaynaklardan kuvvet içen insandır.
Resimde veya genellikle sanatta, ulusallık bir amaç değil bir sonuçtur.
Bir çevrede yaşayan sanatçıların yoz olmayan yapıtları arasında öz yakınlığı bulunması kaçınılmaz bir sonuçtur. Kuşkusuz, değerlendirmede en ağır çeken özellik sanatçının kendine özgü olandır.
Fakat ondan sonra gelenler çevrenin ve çağın etkilerini belirten özelliklerdir.
Sanat en çok gerekli şey özgürlüktür. Sonra ona saygı ve sevmek gelir.
Resim sanatı kendi olanaklarıyla insan açısından evrensel değerler yaratan ve anlatan bir sanattır. Bu kalitede bir yaratma olayında sanatçı kendisini dıştan gelen isteklere adayamaz.
O kendi kişisel duyma, düşünme ve sezme gücünün bütünüyle insanlara ve onların yarattığı değerlere yaklaşabilmeli ve bu yaklaşımın ürününü en yalın biçimiyle verebilmelidir.
Bu yolda yaratılacak değerler toplumun da bir ürünüdür. Bu ürün gerçekten evrensel olacak bir ise, bunun ilk bilincine varacak insan sanatçının kendisidir.
Toplumun diğer bireyleri bu özelliği çok geç ayırt edebilirler. Sanatı topluma iletmek gerekçesi ile bir takım koşullar ileri sürmek sanatçıyı ön yargılarla karşı karşıya bırakır.
Sanatçı henüz var olmayan bir şeye biçim verecektir. Henüz var olamayan bir şey için sanatçının çabasından başka yön gösterici bir ön düşünce kabul edemiyorum.
Sanatçıya tam bir özgürlük tanınan, sanata saygı duyulan ve sanat yapının değeri verilen bir ülkede sanatın en iyi gelişeceğine ve toplumun, özgün sanat yapıtları doğuran bir ortam durumun geleceğine inanıyorum.
- Özgün baskıresim tekniklerininin diğer resim tekniklerinden ayrıcalıklı olanakları nelerdir?
Çeşitli araç ve malzeme ile doğrudan veya kalıplar yapmak yolu ile kağıda veya benzeri malzeme üzerine, sanatçı tarafından yapılıp basılan resimlere ‘Özgün Baskıresim’ denir. Bunlar kalıbın yapılması veya basılması sürecinde yapılmış eserlerdir.
Özgün Baskıresim deyimi, ilk kez 1972 yılında tarafımdan kullanılmıştır. O tarihe kadar sanatçısı tarafından yaratma süreci içinde kalıbı yapılan ve basılan resimlere gravür sanatı denirdi.
Gravür sözcüğü oyularak yapılmış kalıp ve oyulmuş anlamını taşımaktadır. Oyulmadan yapılan kalıplarla da özgün baskı resimler yapılmaktadır.
Taş basma ( litografi), elek baskı ( serigrafi) tekniklerinde olduğu gibi. Bu nedenle bu sanat dalını daha iyi anlatan ‘Özgün Baskı resim deyimini kullandım.
Çeşitli baskı teknikleri sanatçıya yeni görsel olanak ve anlatım tekniklerini sunarlar. Sanatçı böylesine zengin anlatım ve şekillendirme olanaklarını denemekten kendini alamaz.
Bu denemeler ona hem kendi görsel anlatım dilini bulmasını sağlar, hem bu dilini zenginleştirir. Bu tekniklerin görsel öğeleri oluşturmadaki zenginliği ve doğruldanlığı sanatçının kişiliğinin resimlere yansımasında da kestirme ve kısa yollar sağlar.
Genelde nesnel öğesel anlatım denemelerinin büyük önem kazandığı yüzyılımızda, görsel sanatçıların baskı çalışmalarına yoğun olarak yönelmeleri doğaldır.
Ayrıca gene yüzyılımızda resim sanatının müze, saray ve konak duvarları dışına taşmasını sağlayacak toplumsal ekonomik ortam sanatın çoğalmasını ve yayılmasını gerektirmiştir.
Bu gereksinim başlangıçta sanat eserlerinin reprodüksiyonlarının yayılmasına, giderek benzer baskı yerine özgün baskıresimlerin derlenmesine, duvara asılmasına neden olmuştur.
Bu toplumsal istek oluşturduğu ekonomik etkenlerle, sanatçıyı özgün baskı resimler yapmaya yöneltmiştir.
-Özgün baskı resimlerin resim sanatı içindeki yeri nedir?
‘’Gravür Sanatı’, ‘Sanat Grafiği’, ‘Özgün Baskı resim Sanatı’ deyimleri ile anlatılmak istenen sanatın resim sanatı sayılması konusunda 15. yüzyıldan bu yana yapılan tartışmalı, yüzyılımızda açıklığa kavuşmuştur. Adam Ritter Von Bartsch 1821’de yayaınladığı ‘ Bakır Kazıma Blgileri’adlı kitabında ilk kez konuyu bilimsel olarak irdelemiştir.
15. yüzyılda ve daha sonraları, resim sanatçılarının bir bölümünün, tablo resmi yapmanın yanında, sanat niteliği taşıyan baskı reimler yaptığını görüyoruz.
Tahta kalıplardan resim basmak tekniği ile başlayan bu çalışmalara, aynı yüzyılda bakır kalıplardan basma ve 1799’dan sonra da taş kalıplara çizip- basma çalışmaları katılmıştır. Giderek bakır yerine çelik, çinko, alüminyum gibi metaller ve metal alaşımları kalıp olarak kullanılmıştır.
16. yüzyıl başlarında Ucas Granach ve Albrecht Dürer’in tahta oyma-basma, daha sonraları Dürer’in bakır oyma-basma tekniği ile çoğalttığı dinsel konulu resimleri resim pazarına çıkmış, dosyalanmış dizi resimler olarak satılmıştır.
17. yüzyıl başında Rembrand metal oyma-basma tekniği ile dinsel konulu resimler, portreler ve görüntü resimleri yapmıştır.
‘Duvar için Sanat’ olarak süren tablo sanatının yanında oyma-basma resimlerin toplanması ile bir ‘Dosyalanmış Sanat’ oluşmaya başladı.
Yüzyılımızda, özellikle ikinci yarısından sonra baskıresim sanatında görülen patlama bu eserleri dosyalardan duvarlara, tabloların yanına çıkarmıştır. Kalıbını sanatçısının, yaratma süreci içinde, kendi yaptığı, kendi bastığı veya basılmasını denetlediği, imzası ile özgünlüğünü belgelediği bu eserlerin resim sanatı sayılmayacağı tartışmaları bu patlama ve yayılma ile sona erdi.
Bu tür eserlerin sanat ve özgünlük nitelikleri üzerinde tartışılabilir, ancak bu nitelikleri kanıtlanmış bir eserin baskı resim olduğu için sanat ürünü sayılmayacağını savunan kalmamıştır.
‘Özgün Baskı resim Sanatı’ ürünü eserleri resim sanatının bütününden ayrı göremeyiz. Bir sanatçının imzalayarak özgünlüğünü belgelediği özgün baskı tekniği ile yaptığı eseri, onun sanatının bir ürünüdür. Sanatının geneli içinde, onun boyama bir tablosu veya yonutu gibi yer alır.
Özgün Baskıresim Sanatı ürünü bir eserin özgün bir tablo resim veya yonuttan ayrılığı yalnız resim pazarlaması için söz konusudur. Çünkü Özgün Bask ı resim eserleri çoğaltılabilmektedir.
Aynı kalıptan yapılan baskıların sayısı çoğaldıkça tek resmin satış değeri düşer.
Özgün bir tablo tektir, satış değeri aynı sanatçının çoğaltılmış özgün baskı resimlerine oranla daha yüksek olmak durumundadır. Burada satış değerini yükselten veya düşüren satın alma isteğidir.
Sanatçının özgün baskıresim bir eseri başka bir sanatçının orjinal tablosundan daha yüksek satış değerine ulaşabilir.