top of page

 ASLIER İLE SÖYLEŞİ

 METAL OYMA-BASMA RESİMLERİM

 ÖĞRETMEN OKULUNDA VE Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, gravür sanatı ya da yeni deyimle baskı resim sanatı ile ilişkim başlamıştı. Linol veya tahta   oyma- basma tekniği ile baskı resim denemeleri yapıyorduk.

 

 Yirmi yaşlarımda beni ası etkileyen resimler, kitaplarda benzer baskılarını gördüğüm, Rembrandt veye Goya’nın gravürleriydi.

 Ancak bu tekniklerle ilgili ne presler ne de malzeme vardı.

 

 Sözlük yardımıyla, Fransızca kitaplardan teknikleri az çok öğrendim. Metal kalıp levhası bulamadığım için, resim-iş bölümünden verilen linolyum   levhalarla çukur baskı denemeler yaptım.

 Linol yüzünü iyice ezerek parlattıktan sonra kazıyarak ve fırça yardımı ile sodyum hidroksit eriyiği sürerek oluşturduğum kalıplar kullandım. Akuatinta   tadında sonuçlar elde ettim.

 Sodyum hidroksit fırçayı erittiğinden çok hızlı çalışmak zorunda kalıyordum. Baskıları cilt presinde yaptım. Ancak malzemesizlikten bu çalışmalarım teknik   denemelerin ötesine geçemedi.

 1951 yılı’nda Matbaacılık Bölümü İstanbul’a taşındıktan sonra, Çinko kalıplardan çukur basma yapma olanağı buldum. Kalıp olarak klişe çinkosu, pres   olarak taş basma presini kullandım.

 1951-1953 yıllarında öğretmenliğimin yanı sıra Cağaloğlu piyasasında haftalık üç derginin tüm illüstrasyonlarını yapmak durumunda olduğumdan, sanat   denemelerine çok az zaman kalıyordu.

 Ekim 195’de, devlet adına Almanya’ya Grafik Sanatlar öğrenimine gönderilince, teknik ve malzeme olanaksızlıklarından kurtuldum. Bir yandan Münih   Üniversitesi’nde konuk öğrencilik; 1954’den sonra Stuttgart Grafik Sanatlar Yüksek Okulu’nda Grafik Teknikler Mühendisliği öğrenimi gibi yoğun bir   çalışma programı içine girdim.

 Ancak Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nde gördüğüm sanat ve sanat tarihi öğrenimi ile daha önce öğretmen okulunda başarılı olduğum fizik,   kimya ve matematik öğrenimi yüzünden bu yoğun program beni zorlamadı.

 O nedenle derslerimin yanı sıra Grafik Yüksek Okulu’nun, Akademi’nin atölyeleri ile özel sanat denemelerimi sürdürdüm.

 Bu dönemde galerilerde ve müzelerde eski ve yeni pek çok sanatçının özgün baskı resim ve baskı resimlerini inceleme olanağı buldum.

 Bu yıllarda, Türkiye’de aldığım klasik resim eğitim birikimim ile çağdaş batı sanatından etkilenmemin çatışması şokunu yaşadım.

 

 Galeri Senatore’ de ki sergimin açılışında Grafik Yüksek Okulu’nda ki grafik profesörüm Leo Schobinger; ‘’kaç yıldır buradasın ve bizim sanatımızdan   fazla  etkilenmemişsin, neden?’’ diye bir soru yöneltti.

 ‘’Etkiyi hazmetmeye çalışıyorum’’ diye yanıt verdim. Eserlerimi ne över ne de yererdi. Çok ünlü bir sanatçı da değildi.

 Daha çok Prof. Staehle’nin değerlendirmelerine önem verirdim.

 Çünkü o yaptıklarımla yakında ilgilenir ve beni kendi atölyesine davet ederdi. Kendisi ile ortak çalışma için de ‘’Karakolda’’ isimli bir el basma kitabı ürettik.

 Her yılbaşında birbirimize birer küçük özgün baskı resim göndermeyi sürdürüyoruz.

 1957 yılı’nda İstanbul’da bir Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun öğretime açıldığını öğrendim. Stuttgart Akademisi emekli profesörlerinden Adolf   Schneck kuruluş ve programlarını hazırlamak ve Almanya’dan seçeceği sanatçılarla öğretim kadrosunu oluşturmakla görevlendirilmişti.

 Benim de Tatbiki Güzel Sanatlarda görev almam kararlaştırıldı.

 1962 yılı’na geldiğimizde, imalat ve ithalat gerçekleşmişti. Ayrıca, serbest tipografik şekillendirme için gerekli olan kurşun harflerden bir ton kadarının yurt   dışından ve yurt içinden alınmasını sağladım.

 O yıllarda Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ nda ki bu atölyelerin Türkiye’de ki biricik tam donanımlı bir atölye idi. 1971 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar   Yüksek Okulu müdürü seçildikten sonra, o yıla kadar ilkel aletlerle sürdürülen elek baskı(serigrafi) çalışmaları için, yeni ve çağdaş bir donanımın bağış   yolu ile Almanya’dan ithalini sağladım.

 Özel atölyelerimi kuruncaya kadar bu atölyede öğrencilerim ve konuk sanatçılarla beraber çalıştık.

 Bugün elli yaşlarına ulaşmış, ün kazanmış sanatçılarımızla daha genç sanatçılarımızın önemli bir ölümü ilk özgün baskı-resim denemelerine bu atölyede   başlamışlar ve giderek ustalaşmışlardır.

 1970’li yıllarda ilk özel baskı resim atölyemi Beşiktaş’ta, ikincisini Marmara Adası’nda ki evimde açtım.

 İki atölyemde toplam üç çukur baskı presim (40x100cm., 60x120cm. ve 75x150cm. baskı boylarında) var.

 1962-1972 döneminde daha çok çukur baskı tekniği ile çalıştım.

 Tekniğin çok renkli, akuatinta yüksek-çukur beraber baskı gibi tüm teknik olanaklarını denedim ve öğrencilerime denettim. Kişisel özgün dilimi daha   kolay  bu tekniklerle geliştirdim diyebilirim.

 Hem kolay çizen hem de simgesel şekil oluşturma yatkın bir ressam olarak çukur baskı tekniğinin olanakları bana daha zengin anlatım yolunu açtı.   Yaratma süreci içinde kalıpta her istediğimi yapabiliyordum.

 Sanat yaşamımda ürettiğim eserlerin büyük çoğunluğunu metal oyma-basma resimlerim oluşturur. Kişisel sanat dilimin gelişme aşamalarını bu baskı   resimlerimde izlemek gerekir.

 Ortaya çıkmış eserler için sözlü gerekçeler, savunmalar bulmak kolaydır. Sözlerle hiç duyulmamış etkisi yapan kuramlar geliştirilebilir. Asıl olan eserlerin   ayrı ayrı ve beraberce oluşturdukları  görsel dünyalarının özgünlüğüdür.

 Sanat nesnesinin oluşması, doğal nesneler kadar organik bütünlüğe ulaşmasına bağlıdır.

 Bence bütün sanat eserleri sanatçının diğer insanlara yaratıcı etkinliğin mesajını ileten simgelerdir. Resim sanatında görsel öğelerin esere katkısı   eksilmeden, eser simge nesne düzeyine ulaşmalıdır.

 Bu düzeye ulaşan eser bence zaman ve mekana bağımsız biçimini almış sayılır. Çalışmalarımda öğesel yalınlığın yaratıcı doğurganlığın arttırdığını, aşırı   öğesel zenginliğin karmaşaya ve yozlaşmaya götürdüğünü gördüm.

 Zaman-mekan ilişkisi içinde sürekli olarak düşünceleri ve değer yargıları değişen insanlarda, düşünsel bir somutluk oluşturabilen eser zaman-mekan   bağımlılığından kurtulabilir.

 Zaman eserin oluştuğu mekanı sürekli değiştirir.

 Buna dayalı olarak her sanatçı yaşadığı zaman ve mekanın yenisini arar.

 Eser öğelerin bütünleşmesiyle nesnelliğe ve sanatçının ulaştığında içinde doğduğu zaman ve mekandan bağımsızlaşır. Çünkü o artık zamandan   etkilenmeyen kendi mekanını yaratmıştır.

bottom of page