top of page

 ASLIER İLE SÖYLEŞİ

 TAŞ BASMALARIM 

 Taş  basma  resimler  veren  monotipi  tekniği  resimleri ilk kez gördüğümde  yirmi yaşındaydım.

 Goya’nın, Daumier’ nin,  kara kalemle yapılmış  resimlerinde ki  gibi  görünen  insan  resimleri  üretmek istiyordum.

 Kitaplarda, dergilerde benzer  baskılarını  gördüğüm  Daumier  çizimlerinin  altında  ‘Litografi’  oldukları  yazılıydı.

 Bu tekniğin  ne olduğunu  öğrenme  tutkusuna  kapıldım. Gazi Eğitim  Enstitüsü  Resim  Bölümü’ n de  öğrenciydim. Bölümde  litografi  konusunda   malzeme  ve donanım  yoktu.

 Litografi görünümlü resimler veren monotipi  tekniğine yöneldim. Cam yüzüne  merdana  ile sürdüğüm  çok ince  baskı boyası  üzerine  serdiğim   kağıdın   arka  yüzünden  çizerek, gördüğüm  litografilerin  tıpkısı  gibi  sonuçlar aldım.

 

 Yakın çevremden  insanlı  konuları  bu teknikle  resmettim. 1947 yılında Halk evleri Merkezi ‘’Genç Sanatçılar Sergisi’nde’’ sergilenen  bu resimlerim   beğenildi ve ödüllendirildi.

 

 Giderek litografi ve metal gravür gibi teknikleri öğrenme tutkum dayanılmaz oldu. Bir gün, Ankara Erkek Saat Enstitüsü atölyelerinde bir taş basma   ustası bulunduğunu öğrendim.

 Rasim Arseven ustayı kitaplarda resmini gördüğüm taş basma elpresinin başında çalışırken buldum.

 Rasim Arseven orijinal çizgi resimleri, basarak taş üstüne çizebilecek kadar ressam ve işini çok iyi bilen bir ustaydı. Bilgileri başkaları için sırdı. Verdiği   küçük bir taşa bir insan grubunu hayalden oldukça iyi çizdiğimi görünce, gizli bilgilerini bana açtı.

 Hamallar ve kahve de konulu 1949 tarihli ilk taş basmalarım Rasim Usta’ nın yardımı ile gerçekleşti.

 O günlerde elime geçen  0,’in sanatı konusunda bir kitabı, sözlük ve Fransızca Bölümü’ n de ki bir öğrenci arkadaşımın yardımı ile Türkçe’ye   çevirdim. Bu yolla taş basmanın tarihini ve tekniğini öğrendim.

 Alman asıllı Aloys  Senefelder tekniği bulmuş ve geliştirmiş.1789 yılında patentini almış. Adını da, Türkçe’de ki ‘’Taş Basma’’nın karşılığı Almanca   terimle  ‘’Steindruck’’ koymuş.

 Bir kaç yıl içinde Fransızlar eski Yunanca Litos:Taş, Grafayn:yazmak-çizmek sözcüklerinden çıkararak ‘’Litografie’’ terimini türetmişler. Senefelder   de bu ismi kabullenmiş ve kullanmıştır.

 Bu tekniğin asıl elemanı olan taş, mikroskobik canlıların kabuklarının sular içinde ki çökeltilerinin yeraltında sıkışması ile oluşan bir çeşit kalker.

Düzlenmiş   yüzüne kuru iken yalı kalem veya mürekkeple resim çiziliyor.

 Taşın yüzüne , ıslatıldıktan sonra   yağlı baskı boyası veriliyor. Yağla suyun birbirini itmesi özellikle ri yalnız resim izlerinin boya olmasını sağlıyor.

Sonra   resim pres yardımı ile kağıda basılıyor. Kalemle , uçla , suluboya fırçasıyla kağıda ne resmede biliyorsanız, taşa da resmedip aynı görünümümde   basabiliyorsunuz.

 Senefelder bulduğu bu tekniğin tüm olanaklarını deneyerek geliştirmiştir. Çok renkli baskılar, taş kalıp yerine metal levhalar kullanmak gibi. Çinko ,   alüminyum ve bunların alaşımları bugün taş yerine kullanılabilmektedir.

 

 Yalnız Bavyera’da iki ocaktan çıkarılan litografi taşları artık çıkarılmıyor. Eskiden kalma taşlar da az bulunuyor.

 

 Ancak taş kalıpla ulaşılan tüm resimsel sonuçlara grenli metal ve ayrıca özel hazırlanmış kağıt kalıplarla da ulaşılabilmektedir.

 Ben her türlü kalıbı denedim.

 

 Yeteri kadar ve her boydan taş kalıpları daha çok kış aylarında İstanbul’da ve metal gravür presinde yapacağım baskılar için kullanıyorum.

 Taşlarım ve taş basma preslerim Marmara adası’ n da ki atölyemde. Onlarla yaz aylarında çalışıyorum.

 ‘’Analı Ağıt’’(1980) , ‘’Gizemli Halı’’(1993) isimli baskılar grenli  çinko ve alüminyum kalıptan 1993 tarihli küçük boy renkli resimler kağıt kalıptan   basılmışlardır.

 Grafik sanatı ve tekniklerini öğrenmek için gittiğim Almanya’ya da tüm matbaacılık ve özgün baskı resim tekniklerini ve özellikle ofseti de içeren benzer   baskı teknolojisini mühendislik düzeyinde öğrenme olanağı buldum.

 

 Ayrıca litografi, metal ve tahta gravür , serigrafi gibi özgün baskı resim tenikleriyle çalışmalar yapmış, Avrupa’nın eski ve yeni büyük ressamlarının   eserlerinin asıllarını ve atölyelerini görebildim.

 Milli Eğitim Basımevi’n de gördüğüm büyük boy bir taş basma presinin tam kopyalarını Sultan Ahmet Sanat Enstitüsü’ nde yaptırdım.1962 yılında   70x150cm. basma tablalı bir metal gravür presini Almanya’ dan satın aldım.

 

 O yıllara göre Türkiye’nin ilk ve tam donanımlı özgün baskı resim atölyesi Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’ n da kurulmuş oldu.

 

 Öğrencilerimle beraber yoğun bir çalışma başlattık.Kurum dışında başka sanatçılar da başta söylediğim gibi  konuk olarak atölyemizde ki çalışmalara   katıldılar. Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Cihat Burak gibi dış ülkelerden de gelen oldu.

İsviçre’li Gahnang, Alman Josua Reichert , Amerikalı   Lingreen  gibi.

 

 Gelelim benim taş baskılarıma; Metal presi kurulduktan sonra öğrenciler ve konuk sanatçılar metal gravür çalışmayı daha çok sevdiler.

Ağır taşlarla   uğraşmak sanırım zor geldi. Bu yönelmeye ben de katıldım.

On yıl kadar yalnızca metal gravür çalıştım.

 1970 yıllarında genç sanatçıları da yüreklendirmek için yeniden taş baskı yaptım.

 Atölyenin bu yıllarda ki etkinlikleri , Fevzi Karakoç gibi bir sanatçının çalışmalarıyla genel bir ilgi kazandı.

 

 Atölye de önce öğrenci, asistan sonra da öğretim üyesi olarak çalışan Karakoç’un taş basmaları her tür övgüyü hak ediyor.Bugün sanatları ile haklı üne   kavuşmuş başka sanatçılarda atölyemizin ortamından, olanaklarından yararlandılar.

 

 Özelikle son yıllarda asistan veya sanat yeterliği öğrencisi olarak atölyede çalışanların sayısı çoğaldı. Bu gençler taş basmanın tekniklerini, boyutlarını   aşan  yeni deneme ve araştırmalarla sanat ve teknik açılardan özgün ve yeni çok başarılı eserler üretiyorlar.

 Sonunda taş basmalarımın sanatsal irdelemesine gelelim; Başta söylediğim gibi için de insanlar bulunan resimler üretebilmek için resim sanatına   yöneldim.

 

 Taş basma tekniklerini de, diğer tekniklerde yaptığım gibi, resimsel deneme izlerinin, görüntü çeşitliliğini ve anlatım olanaklarının zenginginleştirmek için   kullandım. Kuşkusuz resim, salt resimsel öğelerle oluşur. Konu pek önemli değildi.

 Kişisel özgünlüğü kazandıran, neyi değil nasıl sorusunu yanıtlarıdır. Nasıl sorusunun yanıtlarını ihmal etmeden insanın duygu ve düşüncelerine de   seslenen özgün anlatımların, salt şekilsel özgünlüğe katkı yaptığına inanıyorum.

 Neleri ve nasıl resimleştirdiğim kişisel özgünlüğünü başından bugüne aynı doğrultuda bütünleştirebildim mi?

 

 Bu yazıyı yazarken kendime yine sordum. Yanıtım şu;

 ‘‘Sen resimlerinin, deneme ve araştırmalarının ardından kalan izler olduğuna inanıyorsun. Denemelerini sürdür. Ayrıca bizim   insanımızın, ses ve söz sanatlarına yansımadığını düşünüyorum. Öyleyse resim ögeleriyle uğraşırken araya insanları sokmaktan   çekinme’’

 Taş basmalarım da insanlar ile resmin ögeleri yeni biçim ve renk ilişkileri, yeni kurgular ve anlatımlar içinde bütünleşip çağdaş bir ‘’Aslıer resmi ’’   oluşturabiliyorlar mı? Ben her yeni denememde bu bütünlüğü oluşturacak ve sürdürecek çabalar içindeyim.

 En azından o insanların benim insanlarım olduğunu görerek.

 

bottom of page