ASLIER İLE SÖYLEŞİ
YÜKSEK OYMA BASMALARIM
Yüksek baskı için kalıplar, tahta veya linolyum ve benzeri yer kaplama tabakaları oyularak elde edilir.
Boyuna veya kesitine ağaç gövdelerinden biçilmiş palanyalanmış, zımparalanmış tahtalarla, özellikle son yıllarda, ince tahta tabakaları yapıştırılarak elde edilmiş levhalar kullanılır.
İlk yüksek oyma-basma siyah-beyaz resmimi 1945 YILINDA, Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu ikinci sınıfında iken gerçekleştirdim. Bir pencere önünde satranç oynayan arkadaşlarımın ışığa karşı, az ışıklı koyu görünümünden etkilenerek, siyah mürekkep ve fırça ile 24x30cm. boyunda bir resmini yaptım.
Öğretmenimiz Mahir Gürsel bu resmimi çok beğendi. Bana böyle çalışmayı sürdürürsem grafik sanatçısı olabileceğimi söyledi.
O yıllarda, Gazi Eğitim Enstitüsü çıkışlı öğretmenler, özellikle Öğretmen Okulları ve Köy Enstitü’lerinde, bugün temel tasarım dediğimiz, şekillendirme çalışmaları yaptırıyorlardı.
Bu okulların programlarında resim ve modelaj adı altında iki ders vardı. Modelaj dersinde oyma-basma, mukavva kesme yapıştırma, kil ve alçı teknikleriyle şekillendirme alışmaları yaptırılıyordu.
İlgisi ve bilgisi olan öğretmenler bazı okullarda özgün baskı resim veya heykel çalışmalarını daha yoğun olarak işliyorlardı. Bu nedenle yetenekli öğrenciler genç yaşta bu dallardan birine yönelebiliyorlardı.
Mahir Gürsel’in siyah beyaz çalışmamı beğenmesinin beni oyma-basma resimlere yönelmemi başlattığını söyleyebilirim.
1946-1947 öğretim yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-iş Bölümü’ n de yüksek öğrenimim başladı.
Grafik derslerimize Şinasi Barutçu geliyordu. Toplam haftada dört saatlik dersi 1,2 ve 3. Sınıflarla bir arada yapardı.
Eskizlerimizi bitmiş işlerimizi gösterir eleştirileri alırdık.
Özgün baskı resim için linol oyma bıçakları ve linolyum levhaları bölüm tarafından verilirdi.
Teknik olanaklarını, önceki öğrencilerin çalışmalarına bakarak öğrenirdik.
Siyah-beyaz yüksek oyma-basmaları severek yapıyor ve Şinasi Barutçu’nun övgüsünü kazanıyordum.
İleri sınıf öğrencilerinin önünde aldığım bu övgülerin, benim özgün baskı resim yönünde ki çalışmalarımı yoğunlaştırdığını söyleyebilirim.
Konularımı çevreden çizdiğim insan resimleri oluşturuyordu.
O yıllarda Adnan Turani ve Nevzat Akoral’la beraber Ankara Garı bekleme salonunda, Ankara’nın sokak pazarlarında ve kahvehanelerinde insan resimleri çizerdik.
Tüm tatil günlerimi çevrede böyle gözleme dayalı çalışmalarla geçirdim. İçi o dönemden kalma çizimlerle dolu pek çok defterim ve dosyalarım var.
Bölümün verdiği malzemeye bağlı olarak en büyüğü 18x24cm.’yi geçemeyen, linol oyma basma resimler ürettim.
Diploma alıncaya kadar yaptığım bu özgün baskı resimlerimlerin genel özelliği, ‘’ışık gölgenin şekli belirleyebilen olanakları ile form yorumu yapmadan doğal tavırlarda anlatım’’ şeklinde özetlenebilir.
Alman ekspressionistlerin siyah-beyaz baskı resimlerinden etkilendiğim söylenebilir.
Diploma aldıktan sonra lise düzeyinde ki Matbaacılık Bölümü grafik öğretmenliğine atandım. Önce Ankara ‘da olan bu bölüm 1951 de İstanbul Sultan Ahment Sanat Enstitüsü’ne taşındı.
Orada öğrencilik yıllarında tanımaya başladığım taş basma tekniğinin olanaklarına kavuştum. Bölümde taş basma el presi, taşlar ve ofset donanımı bulunuyordu.
Ekim 1953’te Almanya’ya öğrenim için gönderilinceye kadar az sayıda yüksek oyma-basma resimler yanında daha çok taş basma tekniği ile denemeler yaptım.
Münih Üniversite’sinde Almanca öğrenirken bir yıl boyunca Münih Grafik Akademesi’ ne konuk öğrenci olarak devam ettim. Doğrusu bu akademide ders programları mühendisliğe yönelikti.
Ancak tipografik ögelerle sanatsal ve işlevsel tasarım çalışmaları yaptıran Prof. Joseph Kaeufer’in atalyösi dikkatimi çekti.
Bu atölyede yaptığım ve gördüğüm çalışmalarla, müze ve sergilerde karşılaştığım salt soyut ve soyutlama ağırlıklı doğal şekil yorumları beni bu yönlerde yeni denemelere yöneltti.
Artık insanlarımın anatomik yapılarını değil de, onların şekil oluşturma olanaklarını öne çıkaran yorumlara yöneldim. Giderek, konunun duygusal anlatımı yansıtan ayrıntılardan uzaklaşmam karşın, bir şeyler anlatma alışkanlığımın baskısı ile yorumlarım yalın şekilden çok estetik kaygılı dekoratif motifleşmeye kaydı.
Bu sapmadan kurtulmak için daha yalın biçimler aradım.
Tahta oyma tekniğinin ayrıntı değil de şekil oluşturma olanağı, çalışmalarımın bu çıkmazdan kurtulmasını kolaylaştırdı. İnsanlarımın ayrıntı çizimini beraber getiren giysilerini atmaya başladım.
Figürler bir yandan yalın şekillere dönüşürken, anlatım gereksinimimi onların simgeleştirilmesiyle karşılıyordum.
1957 yılında Stuttgart’ta Prof. Walte Staehle ile beraber, Necati Cumalı’nın ‘’Karakolda’’ isimli destan denebilecek uzun şiirini el baskısı kitap olarak gerçekleştirdik.
On bölümden oluşan destanı Almancaya çevirdim. Prof.Staehle tipografik tasarımı, el dizgi ve baskını üstlendi.
Ben de kitap için yüksek baskı tekniği ile on iki adet baskı resim kalıbı hazırladım.
Metin için Prof.Staehle’nin hocası Prof. Ernst Engel tarafından kalıpları elle yapılmış, o güne kadar hiç kullanılmamış kurşun harfler kullandık.
Cildini de Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisi cilt dersleri öğretim görevlisine yaptırdık.
Yüzelli numaralı baskı el presinde üretildi.Almanya’da el baskı kitaplarının koleksiyoncuları var.
Bunların kulübü, Prof.Staehle’nin payına düşen yetmiş beş kitabın altmış tanesini hemen üyeleri adına satın aldı. Ayrıca kitap müzelerine , koleksiyonlarına aldılar.
Yurda dönüşte payıma düşen kitapların büyük bölümünü başta Necati Cumalı olmak üzere basına ve ilgi gösterenlere ücretsiz dağıttım. Türkiye’de, el yazması kitaplardan kaynaklanan böylesi el üretimi kitapları toplama geleneği olması gerekirdi.
Olmadığı için kitabımıza yalnız Varlık Dergisi kurucusu Yaşar Nabi Nayır ile o zaman ki Milliyet Gazetesi yöneticisi Abdi İpekçi ilgi gösterdiler.
Ve kitap üzerine yayın yaptılar.
1 Temmuz 1957’de Stuttgart’ta, Galeri Senatore’ de açtığım ilk özgün basma resimler çoğunluktaydı. Bu sergimden satın alınan resimlerimle, Karlsruhe C.F.Müller yayınevi tarafından, 1959 yılı için bir duvar takvimi basıldı.
‘’Turkische Grafik’’ adı ile on bin baskısı yapılan bu takvimdeki resimlerimde insanlarımız henüz giysilerle resmedilmemişlerdir. Takvimde ve el baskısı kitapta yer alan baskı resimlerim şekilsel yalınlaştırma ve simgeleştirme denemelerimin ilk örnekleridir.
Yöresel etkileri çok belirgindir. Sergimin, takvimin ve kitaptaki resimlerimin Almanya’da ilgi görmesinin nedeni de budur.
Yüzyıllardır insan resmi yapmanın yasak sayıldığı bir ülkeden insanı konu alan resimler.
Üstelik bu insanlar batı resminden farklı bir anlatım gösteriyorlar.
O yıllarda Almanya için ilginç bir yenilik sayılırdı. Resimlerimde ki belirgin yöresel özelliği en aza indirgemek için önce giysileri azaltarak, figürler tüm çıplak oluncaya kadar, yalın şekilleri aradım.
1958 Ekim ayında yurda dönüp, yeni açılmış bulunan Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda öğreticiliğe başladım.
Bir özgün baskı resim atölyesi kurmayı görev edindim.
En kolay uygulayacağımız teknik yüksek oyma-basma tekniğiydi. Özel prese gerek yoktu.
İşte o yıllarda yüksek oyma basma çalışmalarım yoğunlaştı. Giysileri azaltarak başladığım yalınlaşmayı, siyah-beyaz şekillerin yanına bir veya iki renk katarak ögesel açıdan zenginleştirme araştırmalarına girdim.
Tahta ve linol kalıplar oyarak 1960’lı yıllarda yaptığım baskı resimlerde yakaladığım yalın ve simgeci anlatım, figürlerime ve onların kurgularına anıtsal bir etki kazandırıyordu.
Kendisi de ressam olan Alman olan arkadaşım bu anıtsallığa işaret ederek bunları duvar boyutlarında yapmamı önermişti.
1969 yılında yaptığım bu etkide , 50x64cm. boyutunda bir tahta baskı resmimi Marmara Adası’nda ki evimin duvarına 2,5x2,5m. Boyutunda mozaik tekniği ile aktardık.
Bu uygulama baskı resimde ki anıtsal ( bir bakıma mimari) etkinin kanıtı oldu.
1980’li yılların sonunda renkli bir tahta baskı resmimde iki metre boyunda bir kilim dokuttum. Duvara asılan bu kilim, pek çok baskı resmimin, duvar boyutlarına büyüdüğünde bu etkilerinin artacağını gösterdi.
1970’li yıllarda ve sonraları yaptığım yüksek oyma basmalarda kalıp olarak daha çok tahta kullandım. Figürlerin şekil ve simge olarak yalınlaşması artarken renk öğesi çoğaldı ve kurgular yeni denemelere yöneldi.
Bizans ve Roma mozaiklerinde , ikonlarda, Türk halı ve kilimlerinde görülen simetrik kurgulardan, ‘’pencerede veya kapı da duruş’’ dediğim sahnelemelerde simgeci anlatımı yoğunlaştıran veya zenginleştiren denemeler yaptım.
Bu tutumum aynı aynı yıllarda yaptığım taş basmalarımda da görülür.
Teknik ve malzeme gereği küçük boyutlarda ki baskı resimlerimin yüzlercesi duvar resmi boyutlarına uygulanabilirdi. Ancak devletten veya kişilerden böyle bir istek gelmedi.
Tüm yüksek baskı resimlerimde şekil, renk gibi görsel ögelerin olanaklarından yararlandığım, bu arada özgün bir anlatım yakalayıp geliştirdiğim, simgelere dönüşen figürlerimle yöresellik özelliklerine evrensel düzey kazandırdığım görülebilir.
Almanya’da ki öğrenciliğim yıllarında siyah beyaz baskılarımı sürekli Varlık Dergisi’ne ve bazı kitaplarda basardı.
Varlık Dergisi’nde yayınlanan bu resimlerim Türkiye’de ismimin bellenmesine ve siyah beyaz özgün baskı resimlerimin sevilmesine katkıda bulundular.
1960 sonrası yıllarda sergilediğim renkli oyma basma resimlerimin, ressamlarımızın bu tekniğe ilgilerinin arttığını sanıyorum. Özellikle Devlet Resim ve
Heykel Sergileri’ n de pentürün yanı sıra, özgün baskı resimlerime yer verilmesiyle, Türkiye adına yurt dışında ki uluslararası sergilere gönderilmem ve çağrılmalarım da 1960’lı yıllarda başladı.